İnsanoğlunun yeryüzündeki hayatı aile olarak başlamıştır. Hz. Âdem ve eşi Hz. Havva, insanlığın ilk ailesini oluşturmuştur. İnsanoğlu, fıtratı gereği, aile içinde ve sevdikleriyle birlikte yaşamak ister. Hepimiz, hayatımızın ilk gününden son nefesimize kadar huzurlu bir aile yuvasına ihtiyaç duyarız. Anne babamızın ilgisiyle, eşimizin desteğiyle, çocuklarımızın neşesiyle hayata bağlanırız. Ailemiz, boşluğu asla doldurulamayan en kıymetli hazinemizdir. Rabbimizin eşsiz kudretiyle bizlere lûtfettiği değerli bir nimettir. Dünyada mutluluk, ahirette kurtuluş vesilemizdir.
Nikâh, bir erkek ve bir kadının sevgi ve saygıyla, adalet ve merhametle hayatı paylaşmak üzere sözleştikleri mukaddes bir bağdır. Nikâh ile kurulan yuvada eşler, vefakârlık ve fedakârlıkla birbirini tamamlar. Onur ve haysiyetlerini muhafaza eder. Sadakat ve güvene dayanan aile ilişkileri geliştirir. Maddi ve manevi her türlü sıkıntıyı birlikte göğüsler. İyilikte yardımlaşır, kötülüğe birlikte engel olur. Mutlu günlerde sevinci, zor ve kederli günlerde acıyı paylaşır.
Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de ailenin varlığını kendi varlığının ve kudretinin delillerinden biri olarak beyan eder. Huzurlu bir yuvanın ancak sevgi ve merhametle kurulabileceğini bize öğretir. Nitekim yüce Rabbimiz ayet-i kerimede şöyle buyurur: “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.”
Mutlu yuva, hiçbir sıkıntının ve anlaşmazlığın yaşanmadığı mükemmel aile demek değildir. Aksine mutlu yuva, yaşadığı sorunların farkında olan ve bunları en doğru şekilde çözebilmek için hep birlikte gayret gösteren aile demektir.
Gerçek anlamda mutlu bir ailede, sağlıklı iletişim hâkimdir. Aile fertleri birbirlerine karşı saygılı, anlayışlı, özverili ve insaflı davranırlar. Birbirlerinin haklarını ihlal ve kendi sorumluluklarını ihmal etmeden yaşarlar. Asla şiddete başvurmadan, kırmadan, incitmeden iletişim kurmak için gayret gösterirler.
Aileyi ayakta tutan değerlerin başında sevgi gelir. Sevginin kıymetini bilen ve sevgiyi yaşatmak için emek veren bireyler, sağlıklı aileler kurar. Zira sevgi, gönüllerimizin huzuru, kalplerimizin süruru, dertlerimizin ilacıdır.
Sevginin değer olarak benimsendiği bir ailede, büyük-küçük, kadın-erkek herkes birbirinin varlığına saygı duyar. Saygılı olmanın, birbirini anlamak ve anlaşmak için en doğru yol olduğunu bilir. Sorunlarını karşılıklı konuşmayla, akl-ı selimle ve suhuletle çözer. Kendisi gibi başkalarının da hata ve zaafları olabileceğini, gerektiğinde sabretmenin ve affetmenin bir erdem olduğunun farkına varır.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Kullarıma söyle, en güzel şekilde konuşsunlar. Yoksa şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan insanın apaçık düşmanıdır.” Mümin, bu ayet-i kerimenin gereği olarak hayatının her alanında olduğu gibi aile hayatında da nezaket dilini kullanır. Ailesinde iyilik ve güzelliğin çoğalması için gayret eder. Zira mümine yakışan, başta ailesi olmak üzere, herkesle iyi ilişkiler kurmaktır. Dostluk ve ülfete, adalet ve merhamete dayalı bir hayat görüşü inşa etmektir. Bu yüzden Peygamberimiz (s.a.s), mümini şöyle tarif eder: “Mümin cana yakındır. İnsanlarla yakınlık kurmayan ve kendisiyle yakınlık kurulamayan kimsede hayır yoktur.”
Her yeni gün bazen huzur bazen de hüzünle doğar. Kimi zaman öncelikler ve ihtiyaçlar sebebiyle ailede olumsuzluk yaşanır. Bazen hayat meşgalesi içinde eşler birbirlerine göstermeleri gereken ilgiyi, nezaketi, hoşgörüyü ve anlayışı ihmal eder. Sağlıkla, geçim derdiyle, çocuklarla aslında ilâhî bir imtihandan geçen aile, zor zamanlar yaşar. Ancak ne olursa olsun, darlıkta da bollukta da asla haksızlığa, zulme ve şiddete izin vermemek Müslüman’ın görevidir. Her zorlukla birlikte bir kolaylık vardır ve imtihanlar elbirliği ile aşılır. Nihayetinde güler yüzümüzü, güzel sözümüzü ve iyi davranışlarımızı en çok hak eden ailemizdir.
İçinde bulunduğumuz süreç hepimize zor, bunaltıcı ve gergin günler yaşatıyor. Salgın hastalığın yayılmaması için vaktimizi büyük ölçüde evlerimizde geçiriyoruz. Bu süreç sabrımızı ve irademizi deniyor, sahip olduğumuz nimetlerin kıymetini bir kere daha hatırlatıyor. Ancak bütün olumsuzluklarına rağmen, böyle bir sınav bizim için nice hayırlar barındırabilir. Nitekim Yüce Rabbimiz bir ayette şöyle buyuruyor: “Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”
Bugünlerde gönlümüzce evden çıkamamanın, camiye gidememenin, cemaatle namaz kılamamamın hüznünü hissediyoruz. Minarelerden yükselen ezan ve dualarla teselli bulmaya çalışıyoruz. “Bu da geçer yâ Hû” diyoruz. İnşallah bugünler geçecek, hep birlikte camilerimizde omuz omuza, Rabbimizin huzurunda birlikte ibadet edeceğiz. Ancak o vakte erişinceye kadar evlerimizi mescide çevirebiliriz. Çoluk çocuğumuzla birlikte cemaat halinde namazlarımızı eda edebiliriz. Rabbimizin, “Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et.” emrini hayatımıza daha büyük bir hassasiyetle aktarabiliriz.
Tek olmak, eşsiz olmak Allah’a mahsustur. Kul olarak bizler ise, desteğe, sevgiye, ilgiye, şefkate kısacası bir aileye ihtiyaç duyarız. Unutmayalım ki huzur ve güven önce ailede filizlenecek, oradan topluma ve bütün dünyaya yayılacaktır.
Ailemizin değerini bilelim. Mücadele etmekte olduğumuz salgının, aile içi ilişkilerimize zarar vermesine izin vermeyelim. Ailece birlik ve beraberliğimizi, sabır ve ferasetimizi, umut ve inancımızı canlı tutalım.